Ben, Tarık Tufan hastası biriyim. Bildiğim kadarıyla sekiz kitabı var ve ben hepsini okudum. İlerleyen dönemde diğer kitaplarıyla ilgili de yazılar yazıp, alıntılarımı paylaşacağım. Ancak, en son çıkan kitabı Düşerken’i 3 gün içerisinde bitirdim ve alıntılarımı ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Normalde, kitap incelemesi yapmayı sevmem ben. Aslında pek de bilmem, nasıl incelenir, puan verilir vesaire diye. Ama Düşerken’i kesinlikle çok beğendim. Çünkü, bir dizi izler gibi izliyorsunuz kitabı, yanı başınızda biri, daha doğrusu 3 kişi size başlarından geçenleri o an sadece sizinle yalnız kalarak anlatıyorlar, sonra siz tesirinden çıkamıyorsunuz.
Düşerken, gerçekten bir düşüş hikayesi. Aslında, zaten sıfır noktasında başlayan hayatların daha nereye kadar düşeceğini anlatıyor Tarık Tufan. Ve insan fark ediyor ki, yanında kalbinizi emanet edebileceğiniz biri varsa düşmek bile güzel olabiliyor.
Kitabın içeriğinden bahsetmem gerekirse, çok detay vermeden anlatmaya çalışayım, Genç ve güzel bir kadın, alt komşusu ve kendisinden yaklaşık 15 yaş büyük evli biriyle bir sabah semti terk ediyor. Adamın geride eşi ve çok küçük 2 çocuğu kalıyor. Bu hikaye pek anlatılmaya değer değil gibi duruyor, ama daha önce Tarık Tufan okuduysanız bilirsiniz ki bu mevzu derin bir mevzudur. Sonrasında, adamın neden ailesini bırakıp gittiğini görüyoruz, kadının başına neler geldiğini dinliyoruz, birbirlerine aşık olamayışlarını görüyoruz.
Tarık Tufan – Düşerken kitabına başladığım andan bittiği ana kadar, İshak ile Jülide’nin birbirlerine aşık olmalarını istedim, ne bileyim romantik bir şekilde el ele tutuşmalarını istedim, ama olmadı. Sanırım kitaba dair beğenmediğim tek şey bu, aslında film gibi dememin sebebi de bu. Sanki Jülide ile İshak’ın hayatının 3 ayına, gerçi kitapta ne kadar zaman geçtiğini belirtmiyor ama, işte o süre zarfında dahil olmuş, sonrasında çıkmışız gibi hissettiriyor. Bu hem kötü, hem iyi bir şey. Ben mutlu olsunlar istiyordum. İshak mutlu olsun, Jülide mutlu olsun. Hatta bir çocukları olsun.
Neyse, hadi alıntılarıma geçelim.
“Jülide, biliyor musun, tam düşerken karşıma sen çıktın.”
“Düşerken mi?”
“Evet.”
“Karşına çıkınca ne oldu peki?”
“Bir sürü şey oldu işte. Benim için büyük şans.”
Normalde, kitabın bu şekilde başlaması çok etkileyici olabilirdi. Ama maalesef, bu cümle kitabın ortalarında bir yerde karşımıza çıkıyor.